... Şunu gördüm, şunu anladım ki ezilen, sömürülen, kandırılan sıradan insanlarla onlara bunları yapanlar arasında bir fark yok; onlar kadar sevgisiz, onlar acımasız olabiliyorlar.
Hiçbir romancı kendi yarattığı kişiden nefret etmez, yazmanın, yaratmanın doğasıyla bağdaşmaz bu. Yaratıcılığın özünde sevgi vardır. Dünyayı ve insanı güzelleştirme vardır.
"Nesnelerin gerçekliği yalnız ve yalnız görüşe, bakışa bağlıdır. Yaşamdaki her şey öylesine çeşitli, öylesine karşıt, öylesine belirsizdir ki, herhangi bir hakikatin varlığından emin olmamız olanaksızdır. "
Erasmus
Dış etkenlerin insan yaşamındaki payını vurgulayan tarih, alınyazısı kavramının boyunduruğu altındadır; oysa romanda alınyazısı diye bir şey söz konusu değildir; her şey insan yaratılışının gerçekleri üstüne kurulur. Romanda egemen olan duygu, her şeyin, tutkuların bile, suç işlemenin, yoksulluğun, mutsuzluğun bile amaçlı olduğudur. (...) Romancı dilerse, romandaki kişileri okuyucuya, bütün yönleriyle tanıtabilir; çünkü kişilerin dış yaşamları kadar iç dünyalarını da gözler önüne serebilme olanağına sahiptir. İşte bu nedenle roman kişileri çoğu zaman bize tarih kitaplarındaki insanlardan, hatta kendi yakın dostlarımızdan daha açık görünürler.